Menü Altı
Menü Altı

Yeni bir kriz ve mücadele alanı: Doğu Akdeniz

Yeni bir kriz ve mücadele alanı: Doğu Akdeniz

ABD Jeoloji Araştırmaları Kurumu’nun araştırmalarına göre, Doğu Akdeniz yaklaşık olarak 1,7 milyar varil petrol ve 122 trilyon fit küp gaz potansiyeline sahip. Bölgenin bu potansiyeli, bölge ülkelerinin yanı sıra dünyanın önde gelen enerji şirketlerinin ve enerji ihtiyacı yüksek devletlerin de dikkatini çekmeye başladı. Bu durum da bölgeyi yeni bir mücadele ve kriz alanı haline getirdi. Başta bölge ülkeleri olmak üzere, uluslararası enerji şirketleri ve yeni bir enerji jeopolitik merkezi olma yolunda ilerleyen bölgede söz sahibi olmak isteyen tüm aktörler çeşitli politikalar ve ittifaklar oluşturuyorlar. Bu çerçevede konu, bölge ülkeleri açısından üç boyutta ele alınabilir: Kıbrıs sorunu, uluslararası hukuk ve enerji güvenliği. Bölgenin ana aktörlerinden biri olarak Türkiye de politikalarını bu üç boyut üzerinden geliştiriyor.

Konu Kıbrıs üzerinden değerlendirildiğinde, böyle bir kaynağın varlığının adanın genel refahını arttıracağı göz önüne alındığında, problemin çözümüne katkıda bulunabilecek nitelik taşıyabileceğini söylemek mümkündür. Fakat Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) yaklaşımları değerlendirildiğinde, maalesef Kıbrıs sorununa başka bir boyut, yeni bir çözümsüzlük eklediği görülmektedir. GKRY, İsrail ve Yunanistan’ın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) haklarını yok sayarak hareket etmeleri, bölgedeki en önemli güvenlik problemlerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Yunanistan’ın ve GKRY’nin Avrupa Birliği (AB) üyesi olması, konuya birliğin de müdahil olmasına neden olmaktadır. AB 2004 yılında, Annan Planı dahil tüm barış çabalarına her defasında olumsuz tavır alan Rum tarafını, hukuksuz şekilde, tüm ada adına üye olarak aldığını duyurmuştu. Rum tarafının (sanki Türk tarafı ve hakları yokmuşçasına) tek taraflı davranışlarına destek veren AB geçtiğimiz günlerde “Türkiye’nin Kıbrıs’ın egemenlik haklarına saygı duyması gerektiği” gibi tuhaf bir açıklama yapmıştır. Bu destek hem GKRY’yi hem de Yunanistan’ı cesaretlendirmekte ve Doğu Akdeniz’de Türkiye ve KKTC aleyhine eylemler yapmalarına neden olmaktadır.

Konuyu karmaşıklaştıran yeni bir gelişme de geçtiğimiz günlerde yaşandı. GKRY’nin Fransa’ya deniz üssü verilmesini öngören askeri anlaşmanın altı ay içinde yürürlüğe gireceğini açıklaması, genel manada bölge güvenliğini tehlikeye atacak, özelde de Kıbrıs sorunu açısından taraflar arasında yeni bir güvensizliği doğuracak bir hamledir. Zira anlaşma detaylarında görülmektedir ki Fransa bu üs vasıtasıyla, sözde Rum parsellerinde faaliyet gösteren Fransız petrol şirketi Total’e yönelik (parsellerin oluşturulması konusunda Rum tarafının tek taraflı davranmasından ötürü haklı gerekçeleri olan) Türkiye’nin olası müdahalelerini engellemeye çalışacak. Ancak bu örnekten açık şekilde anlaşılacağı gibi hem Yunanistan hem de GKRY uluslararası hukuk açısından tartışmalı ve tek taraflı eylemlerini meşrulaştırıp aynı zamanda da Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de kısıtlı bir alana mecbur kılmak için AB’yi defaatle bölgeye dahil etmeye çalışmakta, çalışmaya da devam edecek gibi görünmektedir. Bu durum ise Türkiye’nin hem kendi haklarını hem de KKTC’nin haklarını korumak için yaptığı tüm bölgesel işbirliği çağrılarına rağmen, bölgedeki gerilimin sürmesinden başka bir sonuç doğurmayacaktır.

Benzer yazılar

Yanıt verin.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir